ÖDÜL TÖRENİNDE TEŞEKKÜR KONUŞMASI YAPAN USLUOĞLU, TARİH ÜRETEN KENT OLARAK TANIMLADIĞI ANTAKYA’NIN DÜNÜ VE BUGÜNÜNÜ HER YÖNÜYLE ANLATIMI KATILIMCILARIN İLGİSİNİ ÇEKTİ
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından Oktay Ekinci Basın ve Çevreye Katkı Ödülleri Programında: Çevre konularında ki araştırma ve çalışmaları, duyarlılıkları, Samandağ- Antakya- İskenderun bölgesindeki tarihi- kültürel değerleri koruma, özgürlük ve eşitlik ilkesiyle sosyal dayanışma mücadelesinde rol almaları ve 06 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerde zarar gören Hatay’ın yeniden ayağa kaldırılması, kültürel kimliğinin ve kent dokusunun geleceğe taşınması konusundaki özverili çalışmaları nedeniyle Antakya- Samandağ ve İskenderun İlçeleri Kültür, Yardımlaşma, Dayanışma ve Çevre Gönüllüleri Derneği ( Asi- Der) adına Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Usluoğlu, Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu tarafından “ Mimarlar Odası 2024 Çevreye Katkı Ödülü”ne layık görüldü.
19 Nisan Cuma 2024 günü TBB LİTAİ Konukevi, Avukat Özdemir Özok Kongre Merkezi / Ankara’da düzenlenen töreninde ödülü ASİ-DER adına alan başkan Dr. Tevfik Usluoğlu, katılımcıların ilgisini ve dikkatini çeken ve ilgiyle dinlenen şu konuşmayı yaptı:
Saygı değer Kadim Antakya Dostları, Hocalarım, Sayın Vekillerim, Saygı değer ülkemizin “ Mimarlık Toplum Hizmetinde” ilkesi ile çalışmalar yürüten tüm Mimarlar;
Konuşmama başlarken sizleri bahhur ve reyhan ile Kadim Kent Antakya ve Asi’nin çocukları adına selamlar, saygı ve sevgilerimi sunarım.
Antakya için hep mozaik derler ve hoş görüsü ile anlatılır. Oysa ben, Kadim Kent Antakya’yı Hrisi yada Aşureye benzetirim. Mozaikte parçalar bir birinden bağımsız kalır ve bu ayrı durum hiç değişmez. Sadece yan yana durulur. Hrisi yada Aşure’de farklı parçalar aynı kaba koyulur. Farklı lezzetler bir birine karışır. Yeni bir aheng/ lezzet oluşturur. Antakya’da farklı renklerin zaman içinde yan yana gelmesi ile yeni bir lezzet/ ortak yaşam kültürü oluşturmuş. Uygarlığın Beşiği, Barış Kenti, Barışın Dili, Doğunun Kraliçesi özeliklerini zaman içinde alarak, kendine ait bir şahsiyet, bir kimlik oluşturmuştur.
Peygamber Muhammed’in insanlığa getirdiği mesaj ile Aristoteles’in , Sokrates’in, Peygamber Musa ve Peygamber İsa Mesih’in mesajlarının tarihsel dönem içinde eşitçe kavrayarak, Asurların, Aramilerin, Farsların, Fenikelilerin, Helenlerin, Romanın, Arapların, Türklerin ve onlarca kültürel/ tarihsel birikimin ayak izlerini taşıyarak, aklın sürekliliğe ve bütünsellere bağlı ele alarak, aklın tek yol ve süzgeç olduğunu belirleyerek, tarih üreten bir kent Antakya…
Dünya kültür tarihi için önemli bir model, bir başkent…
Anka Kuşu… Simurg…
Daha 17 Ağustos depreminin acıları tazeyken, 06 Şubat ve 20 Şubat’ta 4 büyük ve binlerce küçük deprem yaşayan; bugüne kadar 8 defa yıkılan ve 9. defa bizlerin iyileştireceği, ayağa kaldıracağı Kadim Kent…Yeniden tarihi ve ihtişamı ile buluşmak için doğum sancısı çekiyor…
Deprem öncesinde nasıl bir siyasal ve kültürel gerçek içindeydik sorusunu şimdilik bir tarafa koyarsak; depremin oluşturduğu sonuçlar, ölüm, yıkım, insanların hayatları boyunca oluşturdukları, yaşam alanları yok oldu. İşsizlik, mülksüzlük, barınma, hijyen, sağlıklı beslenme, eğitim, sağlık, insani koşulların yitimi, geçmiş ile geleceğin kaybı ve onlarca sorun….
Oysa ki Ülkemizin kuruluşundan bu yana bu coğrafyada onlarca deprem yaşanmış, 1940 tan başlayarak onlarca kez deprem yönetmeliği çıkarılmış, ancak yaşanan felaketten 13 milyon insanımız 11 ilimizde doğrudan etkilenmiş, milyonlarca insanımızın hayatı alt üst olmuş, 3.5 milyon insan göç etmiş, 10 binlerce insanın ölümü, enkaz altından gelen yardım çığlıkları…
bir yanda aciz ve gerekeni yapmayan kurumlar,
Bir yanda radikal iyiliği örgütleyen sivil toplum….
Evet, Türkiye depremi tektonik olmaktan çok, politik olaylar olduğu realitesi ile bizler yüzleşmek/ yüzleştirmek ile karşı karşıya kaldık.
Yozlaşmanın, çürümenin pis kokusu ile mutlak iyiliğin, özgeciliğin bir arkadalığı…..
Tamda diyalektiğin zuhur edişi….
“ Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe..”
Bu şok ve buhran içinde hissizleşmek yerine, acılarımızı yaşamadan yüreğimiz ve tüm nefesimizle yardım çığlıklarına el uzattık…
Hepimiz, hepiniz birşeylerin ucundan tutmak için çırpındık. Ne kadar içten içe bilsek te gidenlerin gittiğini, bir mucizevi bekleyişin, umudun, dayanışmanın, insani erdemin kapılarını araladı bu süreç…
Evet canlar, kaybettiğimiz canlara borcumuz, Kadim Antakya’ya inancımız var.
Üzerinden 1 yıl üç ay geçti yaklaşık olarak felaketin…
Yani o günden sonra kainatta 365 kezden fazla kendi etrafında dönmüş dünya….
Bizim içinse donmuş zaman…
Bunun içindir ki koruyucu ve kollayıcı olduğuna inandığımız Bahhur kokusunun mistik etkisinden aldığımız güçle ve Reyhan’ın mitolojik gücüyle hem kendimizi, hem de şehrimizi ayağa kaldıracak, demokratik ve barış içinde bir ülkede yaşamak için ihtiyaç duyulan en önemli şeyin depremden ağır hasar gören 11 ilimizin ve Kadim Kent Antakya’nın sorunlarını, güncel siyasi çekişmeleri ve rekabetini aşan bir düzlemde sorun ve çözüm önerilerini konuşmak gerekir…
Bu nedenle siyaset sussun, bilim konuşsun diyoruz. Yeni bir dil, yeni bir zihniyet ile akıl ve bilimi önceleyen yeni bir siyaset geliştirmek gereklidir…
Bu açıdan nedenlerini yitirmiş bir sonuç toplumu yerine, geleceği kuran dirençli kent ve toplum oluşturulmalıdır…
Deprem, bizlere en çok dayanıklı binalar kadar, dayanıklı bir topluma ve toplumun gönül huzuru ile sırtını dayaya bileceği yerel ve merkezi yöneticilere ihtiyaç var…
Evet, güvene, güvenliğe, demokrasiye, dayanışmaya, koordinasyona ihtiyaç var…
Evet, doğru bir temsiliyete ihtiyaç var…
Toplumun dayanıklılığından kastımız, kötülüklere, yolsuzluklara, otoroterliğe dayanıklı olması… yani bu olumsuzlukları sineğe çekmemek….
Ülkemizde olması gerektiği gibi dünyanın hiç bir yerinde de kötülükleri sineye çekmemeliyiz…
Bundan dolayı, önüme Filistin Kefiyesi koyup, zeytin dalını uzatıyor, Filistin’i/ Gazze’yi selamlıyor; yüreğime gezinin ruhunu hatırlatıyor, elime de Kadim Kent Antakya’nın Fanusunu aldığımı tahayyül ediyorum.
Dünyanın ilk aydınlatılan cadde, Herod yada bugünkü adıyla Kurtuluş caddesini meşaleler ve Fanusun aydınlattığı gibi; o gün karanlığı yırtıp medeniyeti bize taşıyan bu sembol, bugün de bir kentin ölümünü, ölen medeniyetin yeniden dirilişini sembolize etmesini umuyor; karanlıktan aydınlığa çıkışın, depremde yitirdiklerimizin anısı, anıtı, sembolü olsun Fanus…
Yaşadığımız felaket ile Kadim Antakya’da en çok yitirdiğimiz toplumsal ve bireysel hafızamız için, yeniden ayağa kalkmak için; başka bir kentleşme, başka bir dönüşüm, başka bir yönetim, yerel yönetim…. Şu an mümkün değilse ne zaman mümkün olabilir ?
Tüm bunları gerçekleştirmek için temsiliyet sorununu aşmalıyız. Temsiliyet sorununu aşmak için de söz verelim bir birimize…
Fikir üreterek yürüyelim…
Ama uzun söze vaktimiz yok, yürüyelim..! Demiş büyük usta… biz de hep birlikte yürüyelim…
Dayanışmamızı büyüterek yürüyelim… Şehrimizin ihtiyaçlarını görünür kılarak, talep ederek, tuttuğunu koparan cüretkar yönetici ve çalışmaları talep ederek yürüyelim…
Dünyanın en kin tutmaz,bağışlayıcı şehrine dair söyleyecek sözümüz çok…
Aşk ile.. Umut ile… bilim ile… emek ile… dayanışma ile… kentimizi yeniden kurmak için yürüyelim…
Ve Kadim Kent Antakya’nın yeniden ayağa kalkması için :
1) Kalkınma öncelikli kent ilan edilmelidir. Bu kalkınma İktisadi, kültürel, kimliksel yani sosyolojik olarak her anlamda olmadır.
Sayın Cumhurbaşkanımızdan arz ve talep ederiz.
2) Antakya stratejik kalkınma konseyi kurulmalıdır.
3) Proje uygulama ve geliştirme birimi kurulmalıdır.
4) Kültür mirası koruma konseyi kurulmalıdır.
5)Kültür Politikalarını geliştirme konseyi kurulmalıdır.
6) Şehrin envanteri çıkarılmalıdır.
7) Kenti tarihsel bağlarıyla yeniden buluşturmak için, kent belleği oluşturulmalıdır.
8)Eski Antakya’nın ihyası için, yakın dönem mimarisi, tarihi kültürel miras ve arkeolojik değerlerle bir bütün olarak değerlendirilmeli ve ortaya çıkarılmalıdır.
9) Kentsel eşitsizlikler ve deprem gerçeği sorgulanmalıdır.
10) Tarihi, kültürel, ekolojik, dirençli çağdaş kent için yeni bir manifesto gereklidir ( kültür, tarım, ticaret, mimari,ekoloji, turizm,gastronomi, sanat vs. ) .
11) Bilimin ve aklın ışığında önce insan ilkesi gözetilmelidir.
12) Ahlaksızlığın tarihsel olarak doğal bir süreci vardır. Bizi yok eden şey budur. Bundan dolayı tüm kurum- kuruluşlarda ve mesleklerde etik öncelikli olmalı, etik tüm zihinlere kazılmalıdır.
Burada ifade ettiklerimiz, meselenin sadece bir boyutu olup başka oturumlarda sorun ve çözüm için bir çok önerme orataya koyduk…
Sonuç olarak, “ Güneşli günler göreceğiz, motorları maviliklere süreceğiz” diyerek umudu, inancı, dayanışmayı büyütelim…
Kadim Antakya’nın ruhu ve Asi’nin çocuklarının selamları ile depremin ilk gününden bizlerle dayanışma içinde olan Mimarlar odasına, yöneticilerine, bizleri taltif eden Merkez Yürütme Kuruluna, her ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda olan Mimarlar Odası Genel Başkanı Saygıdeğer Eyüp Muhcu Beyefendiye ve Asi’nin çocuklarına el uzatan tüm kurumlara, onbinlerle ifade edebileceğimiz destekçilere, dayanışmayı büyüten herkese;
bu süreci birlikte yönettiğimiz paydaşlarımız, dostlarımız, emektarlarımız, Asi- Der’in üye ve yönetimi adına şükranlarımızı sizlere ileterek, Saygı ve sevgilerimi sunarım…!