DR. ALİ ÇERKEZOĞLU’NUN DUYGULANDIRARAK DÜŞÜNDÜREN ANTAKYA YAŞANMIŞLIKLARI ETKİNLİĞE DAMGA VURDU. HATAY ÜRÜNLERİNİN EŞSİZ LEZZETLERİNİN SATIŞA SUNULDUĞU ANTAKYA LEZZET FESTİVALİ MALTEPE ADALET MEYDANINDA 4 MAYISA KADAR SÜRECEK…
Antakya Samandağ İskenderun İlçeleri Kültür Yardımlaşma Dayanışma ve Çevre Gönüllüleri Derneği (ASİ-DER), 25 Nisan ile 4 Mayıs tarihleri arasında Maltepe Adalet Meydanı’nda düzenlediği Antakya Lezzet Festivali, düzenlenen törenle İstanbullu’larla İstanbul’daki Hataylı’ların hizmetine girdi.
Asi- Der öncülüğünde, Maltepe Belediyesi Paydaşlığında ve İBB destekleri ve Hataylı iş insanı Adnan Dolapçıoğlu’nun organizasyonuyla gerçekleştirilen ve 4 Mayıs 2025 tarihine kadar Hatay ürünlerinin satışa sunulacağı Antakya Lezzet Festivali, Maltepe Belediye Başkan Yardımcısı Cevahir Efe Akçelik, Asi Der Başkanı Dr. Tevfik Usluoğlu ve Asi-Der Danışma Kurulu üyesi Dr. Ali Çerkezoğlu tarafından kesilen kurdelayla İstanbullu’ların hizmetine açıldı.
DR. TEVFİK USLUOĞLU, KATILIMCILARI BAHHUR VE REYHANLA SELAMLADI
Maltepe’de düzenlenen Antakya Lezzet festivalinin açılış konuşmasını yapan Asi-Der başkanı Dr. Tevfik Usluoğlu, sözlerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Maltepe Belediye Başkanı Esin Köymen ve etkinliğin düzenlenmesinde katkıda bulunan ve emeği geçen herkese teşekkür ederek başladı ve konuşmasını şöyle sürdürdü:
Saygıdeğer başkanım, Saygıdeğer İstanbullu’lar, Saygıdeğer kadim kent Antakya’nın dostları, kıymetli Sivil Toplum Kuruluşlarının temsilcileri ve değerli katılımcılar,
Konuşmama başlarken sizleri bahhur ve reyhan ile selamlıyor saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
HİRİSE VE AŞURE GİBİ YANYANA
Antakya için hep mozaik derler ve hoşgörü ile bezerler. Oysa kadem kent Antakya’yı Hirise ve Aşure gibi birbirinden bağımsız kalır ve bu durum hiç değişmez. Sadece yan yana dururlar.
Hirise ya da aşurede farklı parçalar birbirine karışır, farklı lezzetler birbirine karışır yeni bir lezzet oluşur. Antakya da farklı renklerin zaman içinde yan yana gelmesi ile yeni bir yaşam kültürü oluşturmuş, uygarlığın beşiği, barış kenti, barışın tüm özelliklerini alarak kendine ait bir şahsiyetiyle bir kimlik oluşturmuştur.
DÜNYÜ BİR EV OLSA MUTFAĞI ANTAKYA OLURDU
Dünya bir ev olsaydı mutlaka mutfağı Antakya olurdu. 6 Şubat depremiyle yerle bir olan kadim Antakya küllerinden yeniden doğmak için bir Anka kuşu gibi direniyor.
Bu gün burada yeniden doğmak için kadim kent Antakya lezzet festivali kapsamında ortak yaşam kültürü ile harmanlanmış eşsiz lezzetlerle 25 Nisan- 4 Mayıs tarihleri arasında İBB ve Maltepe Belediye Başkanlığı ve Asi-Der organizasyonuyla sizlerle buluşuyor.
ÇERKEZOĞLU İLE YELDA’YI DİNLEYECEĞİZ
Dr. Ali Çerkezoğlu’nun çocukluk anılarıyla Antakya yaşanmışlıklarını anlatacak, Dr. Yelda’nın türkü, şarkı ve ezgilerini dinleyerek Antakya’yı yaşayacağız.
İBB ile Maltepe Belediyesine tekrar teşekkür ederek saygılarımı sunuyor, ayağınıza getirdiğimiz Antakya lezzetlerini tadıp alarak, esnafımıza destek olmanızı bekliyorum.


Asi- Der Danışma Kurulu Üyesi Dr. Ali Çerkezoğlu, Antakya ve yaşanmışlıklar üzerine yaptığı anlatımlarla yüzyıllardır süre gelen Antakya gerçeklerini ve yaşanmışlıklarını özet geçerek hatırlatmada bulunurken; Kadim kent Antakya’daki her dinden, her mezhepten insanların nasıl yaşadıklarını, acılarını ve sevinçlerini nasıl paylaşabildiklerini ama bir gün yaşanan kaygılarla kapı komşularından nasıl ayrılmak zorunda kaldıklarını çocukluğunda yaşadığı anılarıyla dile getirdi.
Çerkezoğlu, Antakya ile ilgili kitap yazdığı gibi bir hikaye kitabının olmadığını belirtse de ifadeleri ve anlatımlarıyla tam da kitabın ortasından bahseder gibi gerçekçi ve etkileyici ifadeleriyle dinleyenleri duygulandırırken düşündürdü.
Yaşadıklarıyla, yaşanmışlıklarıyla ve hayal ettiği bir Antakya’yı anlatan Çerkezoğlu, “Hikayemiz özel bir hikaye değil, toplam bir Antakya hikayesi olacak!” diyerek başladı sözlerine.
Konuşmasında Antakya’nın her konuda yüzyıllar öncesinden günümüze kadar unutulmuşluğuyla dertlenip içindeki burukluğa vurgu yapan ve haklı serzenişlerde bulunan Çerkezoğlu, “Depremle yerbir olmuş bir şehirden bahsetmek ve üç gün unutulmak hiç kolay değil.” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
ÖLMEZ ŞEHİR ANTAKYA’NIN KÜLTÜRÜNÜ YENİDEN YAŞATACAĞINA İNANIYORUM
Binalardan ibaret bir şehir olsa anlatılacak hikayesi de olmazdı. Ama binlerce yıllık tarihi ve köklü kültürü ile her depremden her afetten çıkmayı başarmış bir şehir bu. Yani Bu şehir ölmez!. Şimdi yeniden inşa edilecek o ruhsuz beton yapılara bu halk yeniden o hikayeleri fısıldayacak. Ve yine binlerce yıl yeni hikayeler, yeni yaşamlar dolup taşacak. Ve İnanıyorum ki Antakya yine ve yeniden o tarihinden süzülen kültürünü yaşatmaya devam edecek. Buradaki mütevazı çaba da bir parçası zaten…
HİKAYELERİM, KİTABIM YOK AMA YAŞANMIŞLIKLARIM VAR…
Aslında benim Antakyaya dair yazdığım ne hikayelerim ne de kitabım var. Biraz cahil cesareti, biraz görev ve sorumluluk bilinci biraz da o şehirde yaşamış, kişiliği o daracık sokakların biraz nemli ama her zaman güven veren ikliminden etkilenmiş biri olarak yaşadıklarımdan, hissettiklerimden ve hepsinden önemlisi kişiliğimin temelini oluşturan bütün olaylardan süzülen hayalimdeki Antakya’yı anlatmaya çalışacağım…
ANTAKYA’NIN UNUTULMAK GİBİ SORUNU VAR!..
Ama bu şehrin Antakya’nın UNUTULMAK! gibi bir sorunu var!
Hani bazı öğrenciler vardır. Hocaya görünmeden, dikkat çekmeden bütün bir dönemi geçirir. İşte Antakya O öğrencilerden biri gibi; sessiz, çekinik, mütevazı… ama özgüvenli ve kendi dünyasında coşkulu…
ANTAKYA, TÜM KIŞKIRTMALARA RAĞMEN TÜM RENKLERİYLE BİNLERCE YIL BİRARADA YAŞAMAYI BAŞARANLARIN ŞEHRİ
Aslında Antakya’yı anlatmak için biraz gerilere gitmek gerekebilir mesela antik kaynaklara göre Antakya üç yüz bin nüfusuyla Roma İmparatorluğu’nun 3. dünyanın ise 4. büyük kentiydi. Çukurovanın devamı AMİK ovasına şimdi kurutulup mahvedilmiş olan AMİK gölüne, Asi boyunca uzanan ve Güney rüzgarını şehre taşıyan vadisine, doğu akdenizin uçsuz bucaksız sahiline dayanan verimli arazilerine ve çalışkan ama hepsinden önemlisi “Halkların Kardeşliğini” bir meydan sloganı olmaktan öte ruhunda yaşayan türklerin arapların, ermenilerin, kürtlerin ve aynı zaman da Ortodoks, katololik, protestan ya da “isa mesihçiler kilisesi, bir kısım bahai ve ne yazık ki sayıları bir parmağı geçmeyecek kadar azalan Yahudi halkıyla ve tüm kışkırtmalara rağmen alevisi, sünnisi ile binlerce yıldır birarada ve oranın hepbirlikte gerçek sahipleri olarak yaşamayı başardıkları bir şehir…
ANTAKYA, YÜZYILLARCA UNUTULMUŞLUK KADERİ OLSA DA BİR ARADA YAŞAMAYI BAŞARMIŞ
Ya da biraz daha tarihi yaklaştırıp İsa’nın 12 havarisinden birine Sen PİYER’e gelip, tarihte şimdiki Hristiyanlara ilk Hristiyan adının verildiği ve dağda bulunan ilk kilisenin bir mağara olarak hala ayakta kaldığı bir şehirden bahsederek devam edersek, tüm bunlara rağmen Hristiyan aleminde bile unutulmaktan kurtulamamış.
İsterseniz Anadolu Selçuklularının şehir devleti döneminde 5 km’lik surlar ve Orantes- Asi Nehrinin koruyuculuğu altında geçen yüzyıllardan bahsedebiliriz. Gönüllü bir unutulma hali olarak…
Bunca tarihe rağmen herkes İstanbuldan Romadan, Kudüsten bahsetmeye devam ederken Antakya kendi bölgesinde bile unutulmaya yüz tutmuş bir şehir. Haçlı seferleri döneminde de 9 ay boyunca kurtarılmayı beklemiş. Ne Halep meliği Rıdvan ne de Şam Meliği Dukak gelir her ikisi de unutur Antakya’yı. Sonrasındaki yüzyıllar boyunca Halep’in bir sancağı olarak “gölge etmeyin başka ihsan istemez” dercesine sessizliğe bürünüp kendisini unutturmuş…
UNUTULMUŞLUĞUN EN ACISI, YAŞANAN DEPREMDE 3 GÜN UNUTULMAK!..
Yada unutulmak denince Kurtuluş savaşında bütün halkları ile birlikte çeteler halinde işgalcilere karşı direnmesine rağmen “Misak – ı milliye” alınması unutulmuş…Sonra 18 yıl boyunca Fransız mandasında unutulmuş bir şehir. Ana vatana katıldığı 1939 sonrasında da ne yazık ki pek hatırlandığı söylenemez. Ama bu unutuş hikayesinin en çarpıcı kısmını depremin ilk 3 günü yaşanan unutulmadır. Enkaz altıdan gelen yardım taleplerine uzunmakta geç kalınması ve enkaz altında da unutulması kabul edilemez…Ve Affedilemez….
ÜÇ İÇ AVLUDAN OLUŞAN AFFAN!..
Dar sokaklardan yankılanan hikayeler dedik…oradan devam edeyim.
Antakayanın üç iç avludan oluşan bir çıkmaz sokağından Affan Mahallesinin Güney Çıkmazından aktarayım…1970’li yıllara götüreyim sizi, bahur dumanlarının okunan dualar eşliğinde iyileştirici etkisine ve hatta reankarnasyona inanılan bir döneme…
HER DİNDEN HER MEZHEPTEN KARDEŞÇE YAŞARDIK
Ben alevi bir çocuk olarak hem sınıf arkadaşım hem de 100 metre mesafede Sveykada evi olan komşumuzun oğlu Nafi ile geçirdim ilk 10 yılımı, ortaokulda kısa süre sıra arkadaşım “Binnaz Kebudi” Yahudi idi. İlk elbiselerimizi diken ve dünyanın en iyi insanlarından biri olan NİKOLA amca dükkanı herkese açık ve önünde esnafın tavla oynadığı kalender bir amcamızdı.
MARAŞ KATLİAMIYLA YAŞANAN KAYGILAR KAPI KOMŞUMUZDAN ETTİ!..
Önce 1978’de Maraş katliamı sonrasında Aleviler olarak bizim başımıza da aynısı gelir mi kaygısını yaşarken aynı hissiyatın kapı komşularımız sünni’lerden NAFİ’ler için de geçerli olduğunu zor farkettik. Onlar kaygıyla başka bir mahalleye taşındı. Nafiyi bir daha göremedim. Sıra arkadaşım Binhas’ı soracak olursanız muhtemelen diğer aile bireyleri ve Yahudilerle birlikte ya Amerika’ya ya da İsraile’e göç etmek zorunda kalmıştır. Nikola amca ise çoktan vefat ederek göçtü bu dünyadan benim de katıldığım bir kilise cenaze töreniyle.
DÜNYA BİR EV OLSAYDI, MUTFAĞI ANTAKYA OLURDU
Ve bu kısa tarihsel geçişten buraya bu mekana 2025 yılına kadar bütün tarihinde değişmeyen ana temaya değinerek devam edelim…
Biliyorsunuz bu etkinliğin çağrısında “Dünya Bir ev olsa idi, mutfağı mutlaka Antakya olurdu” deniyor. Doğrudur ama bir eksik var bu çağrıda çünkü “olsaydı” kısmı biraz fazla. Gerçekte “Dünya evimizdir” bizlerde bu evde kardeşçe yaşamakla mükellefiz. Araya birkaç siyasi mesaj serpiştireceksek, sadece parayı, karı rantı, sömürüyü sürdürebilmek için sürekli kardeş kavgası çıkaran emperyalistleri ve işbirlikçilerini saymaz isek bu evde yani bütün dünyada mutlu bir yaşam sürmemiz mümkün. Ve yine bilinen bir gerçek olarak mutluluğun, yemekle, mutluluğun künefe ile, Antakya mezeleri, tepsi ve kağıt kebabı ile doğrudan bir ilgisi var….Yani Dünya kardeşçe yaşamak isteyenlerin evi ve zaten herkes kabul etsin ki ANTAKYA’da mutfağı!
ANTAKYA’DA YEMEK YİYEBİLMEK İÇİN YAŞANIR
Peki biraz gerçekçi olursak, yemeklerin en güzeli sadece Antakya’da mıdır? Bilemiyorum bu bizim şehrimize dair kendi yarattığımız efsane de olabilir. Ama tartıştırmayacağımız bir gerçek vardır ki, o da Antakya da yemeğin bambaşka bir anlam taşıdığı gerçeğidir. Çok klasik bir ifade ile bu şehirde “Yaşamak için yemek yenmez”, güzel yemekleri yiyebilmek için yaşanır! Benim kişisel tarihimden gelen bir tanımlama ile eski Antakyanın Affan mahallesinin dar sokaklarından geçemeyecek büyüklükteki tepsilerdir bunun simgesi…
Bir de depremde unutulduk diye düşünüyor Antakyalılar haklı olarak;
Ve hikayenin sonunda ve bu şehrin her döneminde en iyi temsil eden bir mozaik bulundu yıllar önce bin yıl geçmişten tarihimizi ve geleceğimiz anlatan. NEŞELİ OL! HAYATINI YAŞA” yazısı eşliğinde Bir elinde kadeh diğer eli ensesinde boylu boyunca uzanmış ve gülen bir iskelet mozaikinden daha iyi bir buluntu olamayacağına göre…Hepinize son olarak Neşeli olmak ve hayatınızı yaşamak dışında bir şey temenni edemiyorum…
Selam ve hürmetle…
AÇILIŞA YOĞUN KATILIM VE İLGİ
Asi-Der tarafından düzenlenen ve Adnan Dolapçıoğlu’nun organizasyonunda Maltepe Adalet Meydanı’nda düzenlenen Antakya Lezzet Festivali açılış törenine katılan STK temsilcileri destek verdiler.
Maltepe Belediye Başkan Yardımcısı Cevahir Efe Akçelik, Asi-Der danışma kurulu üyesi Dr. Ali Çerkezoğlu, Av. Yüksel Seyyah, Hataylı sanatçı Yelda Emek, Hassa Derneği başkanı Cemil Durgun, Hassa Derneği başkan yardımcısı Celal Kılıç, Altınözü Derneği başkanı Alparslan Özdemir, Tokaçlı Köyü Derneği başkanı Nasır Yirmi, Samandağ derneği başkanı Mustafa Aydın, Belgin Oflazoğlu ve çok sayıda Hataylı’lar ile İstanbullu Hatay sevenler katıldı.










4 Mayıs 2025 tarihine kadar açık kalacak Antakya Lezzet Festivali’nde Hatay’dan gelen esnaflar, Hatay lezzetlerini ve ürünlerini İstanbullu’lar ile İstanbul’daki Hataylı’larla buluşturuyor.



